Metrodayım. Yolculuğu ayakta mı, yoksa oturarak mı geçireceğim tercihini her zamanki gibi insanlara bırakarak oturmalarını bekledim -şanslıydım, boş bulduğum yere oturdum. Bir süre sonra üst sınıf mensuplarının yaşadığı yerin durağında, belki orta halli bile sayılamayacak bastonlu bir teyze, yalnız başına metroya biniyor ve karşıma oturuyor. Sık sık göz göze geliyoruz; fakat utanmam, pişmanlık duymam gereken bir şey varmış gibi bakışlarımı kaçırıyorum. Teyzenin yaşlarında akranı sayılabilecek bir amca var, elinde kitap. Fark edebildiğim kadarıyla sayfada birkaç resim var, amca resimlere uzun uzun göz gezdirdikten biraz sonra kitaptan rahatsız olmuşcasına kapağını kapatıp bakışlarını uzaklara dikiyor; metrodan ne kadar uzağa dikebilirse o kadar. Metroya son anda yetişen, görme engelli (kör tabiri bana çok daha ağır durumlarda kullanılmalıymış gibi geliyor) kızdan hiç bahsetmedim. Metroya binmesinde yardımcı olan kişiyle konuşmalarına biraz kulak misafiri oluyorum; konu dershane, sınav... Onun anlam çıkarılabilecek bakışları yok ama belki de en "anlamlı" gözler onun. "Ya ben de göremeseydim?" diyorum, dememle beraber karanlığa giriyorum. Yaklaşık 25 dakikalık yolculuğum böyle geçiyor ve şunları düşünüyorum:
Teyzenin, alışık olmadığı lüksün kasvetinden uzaklaşmaya ve yalnızlığını paylaşmaya ihtiyacı olabilir.
Amcanın, büyük dertleri, özlemleri ve bunları anlatmaya ihtiyacı olabilir.
Kızın, karanlıktan kaçmak için 'normal' yaşama ayak uydurmaya ve bunun için insanlarla konuşmaya ihtiyacı olabilir.
Bunların hiçbiri olmayabilir de, bilemiyoruz. Fakat bir şeyler yapabileceğimizi biliyoruz.
İnsanlarla konuşun. Küçük bir "nasılsın" bile ummadığınız şeyleri değiştirebilir.
Ölümsüzlüğü bulmayacaksınız, ama yaşatacaksınız.
Ünlü olup isminizi duyurmayacaksınız, ama mutlu olacaksınız.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder